Sultan İkinci Abdülhamid Osmanlı Devleti'nin hemen hemen son yarım yüzyılında tahta geçmiştir. 1876'dan 1908 İkinci Meşrutiyeti'ne kadar başta kalmıştır. Kendisi diğer son dönem padişahları ile karşılaştırıldığında neredeyse Fatih Sultan Mehmet ayarında bir yönetim sergilemiştir. Önemli bir nokta şudur ki: Fatih Sultan Mehmet gelişmekte olan bir devlet devralmışken, Abülhamid yıkılmak üzere olan bir devlet devralmıştır. Kendisi, iyi düşünülmüş ve dahiyane dış politikalarla Osmanlı Devleti'ni elinden geldiğince hayatta tutmaya çalışmıştır. Her ne kadar iç politikada baskıcı bir padişah olsa ve de halk ekonomik ve sosyal sorunlarla karşı karşıya da kalsa, Abdühamid zamanında ülke diğer yakın zaman padişahlarının devirlerine kıyasla çok daha iyi durumdadır. İç politikadaki baskı ise Abdülhamid karşıtlarının fazlalığından dolayıdır. Bilindiği üzere meşrutiyet yönetimi isteyenler, Abdülhamid'i bu emellerinde en önemli engel olarak görüyorlardı. Halkın durumu ise genel ekonomik sıkıntılar sebebiyle kötüydü. Buna ek olarak bazı feodal yapılar ve birtakım görevini kötüye kullanan memurlar da halkın eziyet çekmesine sebep olmaktaydı. Abdülhamid elinden geldiğince memurları ıslah etmeye çalışmıştı. Bu sebeple kendisini halkın kötü durumunun tek veya en büyük sebebi olarak gösteremeyiz. Padişah, halkını seven ve onların refahını görmek isteyen bir mentaliteye sahipti. Üstelik, her ne kadar padişah da olsa gözünden kaçırabileceği veya güç yetiremeyeceği toplumsal gerçekler ve olaylar olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
Sultan İkinci Abdülhamid'in en göze çarpan kabiliyeti uluslararası durumları çok ince bir şekilde analiz edebilmesi ve mevcut durumdan Osmanlı Devleti için en yüksek faydayı sağlamayı bilmesiydi. Hoşumuza gitmese de itiraf etmemiz gerekir ki: Osmanlı Devleti o yıllarda ekonomik, askeri ve bilimsel anlamda Avrupa'nın gerisindeydi. Abdülhamid, elindeki devletin limitlerinin farkında olarak genel anlamda içte ve dışta bir Denge Politikası güttü. Örnek vermek gerekirse, Doğu Anadolu'da sorun çıkaran Ermeni tebaya karşı Kürt ve Çerkezleri destekledi. Uluslararası anlamda ise, düşman İngiltere ve Rusya'ya karşı Almanya ile yakınlaştı. Kendisi, büyük devletler arasındaki çıkar çatışmalarından faydalanarak Osmanlı Devleti'ni uzunca bir süre daha ayakta tutmayı başardı.
Dönemin uluslararası alandaki en önemli olaylarından biri Rusya ve Yunanistan'da yaşayan Musevilerin bu ülkelerden atılmasıydı. Kendisini Musevilere bir ülke yaratmaya adayan Siyonist Theodor Herzl, bu durum karşısında çalışmalarını hızlandırdı. Avrupalı zengin Museviler'in de ekonomik destekleriyle bir ülke yaratılabileceğine inanıyordu. Bu ülke Museviler'in yüzyıllar önce kovuldukları Filistin'de kurulmalıydı. Filistin ise Osmanlı idaresindeydi. Avrupa'dan kovulan Museviler Filistin ana göç merkezi olmak üzere Osmanlı Devleti'nin muhtelif yerlerine yerleşmeye başladılar. Sultan Hamid, Museviler'in Filistin dışındaki yerlere onar yirmişer hane yerleşmelerine izin verdi; ancak Filistin'e yerleşmelerini yasakladı. Sebep olarak, oradaki ticareti ele geçirip yerli halka zarar vereceklerini gösteriyordu. Üstelik gelecekte bağımsızlık da isteyebilirlerdi.Yine dikkat etmek gerekir ki, Museviler hala Filistin dışındaki yerlere yerleşme iznine sahipti. Bu, padişahın insani olarak üstün gönüllü olmasını kanıtlar. Kendisi, Museviler'in Avrupa'da eziyet görmesine tahammül edememiş ve onlara Filistin dışındaki Osmanlı topraklarını açmıştı. Herzl, Filistin'e yerleşimin de yasallaşması ve orada Osmanlı Devleti'ne bağlı muhtar bir Musevi Devleti kurulmasını görüşmek için pek çok defa Abdülhamid ile iletişim kurmak istedi. Bir kere de Abdülhamid ile yüz yüze görüştü. Bu görüşmede Abdülhamid'e devletin borçlarının %80'ini ödeme karşılığında Filistin isteğini üstü kapalı bir biçimde ifade etti. Abdülhamid ise kafasında hayır cevabı olmasına rağmen, net bir cevap vermedi. Amacı, Herzl'den faydalanmak idi. O aralar padişahın ilgilendiği temel mesele 72 milyon Osmanlı Lirası tutan borçları pazarlıklarla 32 milyon Osmanlı Lirası'na indirmekti. Herzl, alacaklı devletleri ikna etmede faydalı olabilir ve pazarlıklarda Osmanlı'nın elini güçlendirirdi. Herzl ise Abdülhamid'in orta veya uzun vadede yerleşme izni vereceğinden emindi, bu sebeple Avrupa'da Osmanlı Devleti lehine çeşitli faaliyetlerde bulundu. Amacı, Abdülhamid'e hoş görünmek idi. Pek çok defa İstanbul'a geldi ve bazı saray görevlileri ile görüştü. Ne var ki Abdülhamid hala izin vermemişti. Bu arada, Osmanlı Borçları pazarlıklar neticesinde yarı yarıya azaltıldı. Abdülhamid'in artık Herzl'e ihtiyacı kalmamıştı. Bu sebeple 1903'te Herzl ve temsilcileri ile olan görüşmeler kesildi. Herzl ise 1904'te vefat etti. Theodor Herzl'e milletine aşırı derecede bağlı olduğu ve fikirlerinin peşinden yılmadan koştuğu için saygı göstermek gerektiğini düşünüyorum.
Duruma biraz daha ayrıntılı bakarsak, Filistin'de bir Musevi Devleti o dönem için kurulamadı. Ancak, bazı memurların rüşvetçiliği ve yerli Arapların toprak satması ile Abdülhamid'in satışını yasakladığı topraklar Musevilerce uzunca bir zamandır satın alınıyordu. 1908 yılında başa gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti yanlış bir kararla, zaten uygulanamıyor, diyerek Filistin'e yerleşme ve toprak satışı yasağını kaldırdı. Filistin'e en büyük Musevi göçleri ise Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz hakimiyeti zamanında oldu. 1948 yılında İsrail, Araplara karşı mücadele neticesinde kuruldu.
Peki Abdülhamid kendisi Musevi Devleti'ne izin verse ne olurdu? Buna verilecek cevaplar varsayımdan öteye gitmese de, üzerine teoriler geliştirmek faydalı olacaktır. Yaklaşımlardan biri olarak Museviler'in Filistin'e yerleşmesi durumunu irdeleyebiliriz. Herzl, Museviler'in sadece muhtariyet istediklerini söylüyordu. Museviler, vergilerini verecekler ve askerlik yapacaklardı. Herzl ayrıca Museviler'in en sadık tebaa olacağından ve Osmanlı Devleti'ni ekonomik olarak kalkındıracaklarından bahsediyordu. Buraya kadar her şey güzel görünüyor. Ancak, Museviler'in ilerleyen dönemde tam bağımsızlık istemeyeceğini kimse garanti edemezdi. Üstelik, bölgede bulunacak Museviler Araplara ekonomik zarar da verebilirdi. Abdülhamid İslamcı ve İslam Halifesi olduğundan bölgenin İslam ahalisinin çıkarlarını ön planda tutuyordu.
Herzl ve İkinci Abdülhamid Kapakta Görülüyor |
Sultan İkinci Abdülhamid'i Anlatan Bir Marş
Sonuç olarak, Sultan Abdülhamid Filistin'e Musevi göçünü engellemek için elinden geleni yaptı. Araplar bile Musevilere toprak satarken Türk Sultan o bölgeyi muhafaza etmeye çalışıyordu. Theodor Herzl'i ise akıllıca bir yöntemle oyalayarak uluslararası alanda Osmanlı çıkarları için bir nevi kullandı. Bugün Filistin bölgesinde hem İsrailliler hem de Filistinli Araplar birbirlerine kin besliyor ve birbirlerini öldürüyorlar. Biz ise şunu gönlümüz rahat şekilde söyleyebiliyoruz ki orada akan ne Arap kanından ne de Musevi kanından Sultan Abdülhamid sorumlu değil.
NOT: Konu hakkında daha detaylı bilgi için Vahdettin Engin'in Yeditepe Yayınları'ndan çıkan Pazarlık adlı eserini inceleyebilirsiniz. Tavsiye ederim...